TALAT TURHAN : AIHM'DE AÇTIĞI DAVAYI KAZANDI
Anasayfa

 

TALAT TURHAN, AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ'NDE AÇTIĞI İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ DAVASINI KAZANDI

 

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Talat Turhan’ın ifade ve düşünce özgürlüğünün ihlâl edildiği gerekçesiyle açtığı davada Türkiye’yi haksız bularak, maddi tazminat cezası ödenmesini kararlaştırdı.

Karara göre, eski Devlet Bakanı Orhan Kilercioğlu’nun “kontrgerilla” ile ilişkisi olduğunu yazan ve bu nedenle 100 milyon lira tazminat ödemeye mahkum edilen Talat Turhan’a, Türkiye 3100 euro maddi tazminat ödeyecek.

Talat Turhan’ın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurusuyla ilgili olarak Katman, kendisiyle 1 Şubat 2005 tarihinde bir söyleşi yapmıştı. Bu söyleşide editörümüz Dr. Orhan Dörttepe’nin “Sizin AİHM’ye Türkiye aleyhine dava açtığınızı biliyoruz. Ulusalcı kimliğinize uymamasına rağmen bu yola başvurmanızın nedeni nedir?” sorusunu şöyle yanıtlamıştı :

“1963 yılında tutuklanarak ülkemde yargı ile ilk kez tanıştım. Genç Kemalistler adlı dava 3.5 yıl sürdü. Davada takipsizlik almakla beraber duruşmada siyaset yapmaktan ACK 148’e göre 4 ay ceza aldım. Bunu şahsıma yapılmış bir adaletsizlik olarak yorumladım. Bağımsız yargıya olan güvenimi yitirdim. Mahkemenin başkanı ilk yılda Tuğ. Gen. Faik Türün’dü. Direncim ve kararlılığım karşısında tartışarak zarar görmemek, sicilini bozmamak için sürekli susmak zorunda kaldı. Ancak bunu bir kan davasına dönüştürerek 12 Mart döneminde tepkisini fazlasıyla gösterdi. Aslında kişisellik katılmış ideolojik bir çatışmanın dışa vurumuydu.

Yargılama sürecim içinde 1964 yılında Albaylığıma 15 gün kala hukuksuz ve mesnetsiz olarak emekli edildim. TSK içinde bu olay türünün tek örneğiydi. Bunun özellikle 27 Mayıs dönemi sonrasında ulusalcılığından şüphe duyduğum üstlerimle özellikle en üstteki amirlerimle sürekli çatışmam olmuştur. Öyle ki durdurulması davamda bile sivil mahkemeler gizli emirlerle baskı altına alınmış ordudan ayrıldıktan sonraki süreçte ekonomik olarak yaşamımı sürdürmek için bulduğum sivil işler de örtülü uyarılarla engellenmiştir. Bu dönemde sivil polis tarafından 3 yıl süreyle izlendim.

12 Mart döneminden sonra açılan davalarda askeri kesimde yer almamama rağmen tüm suçlamalarda 9 Mart’ı organize eden ve yönlendiren kişi olarak suçlanıp uzun işkenceler ve mahkemeler dönemi geçirdim. Suçlamalar TCK 146 ve 171’e göre yapılıyor, gizli ittifak kurmak ve anayasayı değiştirmekten yargılanıyordum. Bu arada 1974 affı ile dava düşürüldü. Yargılanmamın sürmesi için başvurduğum temyiz mahkemesi sanık kendi aleyhine temyiz yapamaz denilerek engellendi. 1991 yılında Em. Gen. Orhan Kilercioğlu aleyhime tazminat davası açtı. Bu davanın sonuçlanması geçtiğimiz günlerde gerçekleşti. Ben de bunun üzerine bu davadan yola çıkarak hem haksız kararı hem de hep üzeri örtülen bir dönemi tartışmaya açmak üzere AİHM’ye başvurdum. Dilerim özellikle 12 Eylül sonrası geçmişleri unutturulan gençler ve tüm Türkiye yaşananları tekrar değerlendirir ve gelecek için önlemlerini alır.”

48176/99 sayılı Talat Turhan dosyasının AİHM’de izlediği son süreç

28 Eylül 2004’te mahkeme başvuruyu kısmen kabul etti. Kabul yazısında şu noktalara değindi :

Başvuran son olarak mahkeme kararının sözleşmenin 10. maddesini ihlal ettiğini belirterek şikayetçi olmuştur.

Hükümet, her ne kadar, ceza yargılamasında hakaret kastı olmadığından dolayı başvuran beraat etmişse de başvuranın yine de davacının özel hayatına eserlerinin basılmasıyla birlikte kabul edilebilir eleştirinin sınırlarını aşmıştığını iddia ederek, Ceza kanunu madde 53’e göre birbiri ile bağlantılı davalarda ceza mahkemesi kararları ile hukuk mahkemesi kararları birbiri için tümden sorumluluk teşkil edici bir bağlayıcılık oluşturmadıklarını belirtmiştir.

Başvuran ise bu müdahalenin “demokratik toplumun gereği” olmadığını çünkü yerel mahkemenin ifade özgürlüğünün sınırları ve bu sınırın konuluş amacındaki orantıyı dikkate almadan karar verdiğini iddia etmektedir.Ayrıca Sayın Kilercioğlu ile ilgili birkaç paragraf yazmanın toplumu bu gibi önemli konularda bilgilendirmek için önemli olduğunu belirtmiştir. Mahkemenin tarafların ileri sürdükleri beyanlar ve sözleşme çerçevesinde bu hususta bir karar verebilmesi için esasın incelenmesi dayanak alınmalıdır. Bu haliyle başvurunun bu kısmı hukuki dayanaktan yoksun bulunmayarak sözleşmenin 35/3. maddesine göre kabul edilmiştir.

Bu nedenle Mahkeme Oybirliği ile ;

Esasa ilişkin talepler saklı kalmak kaydıyla başvuranın ifade özgürlüğüne müdahale edildiği yönündeki iddiasını kabul etmiştir. Geri kalan şikayetlerini ise reddetmiştir.

Tarafların son savunmalarının istenmesi üzerine Talat Turhan'ın AİHM'ye gönderdiği yazı

Mahkemenizin –esas ilişkin talepler saklı kalmak kaydıyla- oybirliği ile ifade özgürlüğüme müdahale edildiği yönünde aldığı karara ilişkin olarak ifade etmek isterim ki mesleki yaşamımı kapsayan kırk yılı aşkın süredir Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi tarafından 29/04/1982 tarihinde 70. oturumda kabul edilmiş olan İfade ve Bilgi Özgürlüğü Bildirisi’nin ;

1. Paragrafında belirtilen “ifade ve bilgi özgürlüğünün, demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan haklarına saygı ilkelerinin bir temel öğesi olması”ndan,

4. Paragrafında vurgulanan “bu özgürlüğün, her kişinin, sosyal, ekonomik, kültürel ve siyasal gelişmesi için gerekli olduğu ve sosyal ve kültürel grupların, ulusların ve uluslararası topluluğun uyumlu biçimde gelişmesinin bir koşulunu oluşturması”ndan,

5. Paragrafında yer alan “sınırlar dikkate alınmaksızın ve kaynağı ne olursa olsun bilginin ve görüşlerin, ifade edilmesi, araştırılması, edinilmesi ve yayılmasında, bilişim ve iletişim teknolojisindeki süre giden gelişmelerin bu hakkın güçlenmesine hizmet etmesi”nden,

6. Paragrafında dikkat çekilen “devletlerin, ifade ve bilgi özgürlüğüne yapılacak müdahalelere karşı güvence getirmek ödevi altında olduğu ve bu bağlamda, düşüncelerin ve görüşlerin çoğulluğuna olanak verecek şekilde, mümkün olduğunca medyada çeşitliliği ve bilgi kaynaklarının çoğulluğunu güçlendirecek nitelikte siyasaları oluşturmakla yükümlü olması”ndan,

II/a Bölümündeki bilgi ve kitle iletişimi alanlarında gerçekleştirilecek amaçlar olarak belirtilen “sınırlar dikkate alınmaksızın, AİHS Madde 10'da düzenlenen koşullar çerçevesinde, herkesin kendisini ifade etmesi, kaynağı ne olursa olsun, bilgi ve görüşleri araştırabilmesi ve edinebilmesi ve yanı sıra bunları yayabilmesi hakkının korunması”ndan,

II/b Bölümündeki “bilgilenme sürecinde yer alanlar, medyanın içinde yahut bilginin iletilmesi ve yayılmasında yer alanlar üzerinde, hiçbir biçimde sansür yahut her hangi bir keyfi denetim ya da kayıtlama olmaması”ndan,

II/c Bölümündeki “bireyin anlayışını ve siyasal, sosyal, ekonomik ve kültürel meseleler hakkında özgürce tartışma yetisini geliştirmek üzere, bilgiye ulaşma dahil, kamu sektöründe açık bir bilişim siyasası izlenmesi”nden,

II/e Bölümündeki “bilginin ve görüşlerin yerel ve uluslararası iletimine ve yayılmasına elveren uygun olanakların makul koşullarla ulaşılabilir ve elde edilebilir olması sağlanması”ndan bugüne değin nasibini almamış bir “muhalif yazar”ım.

Oysa -bilindiği gibi- ifade özgürlüğü, diğer bütün temel hak ve özgürlüklerin temeli ve hatta hak ve özgürlüklerin içinde en önemlisidir. Zira, diğer bir çok özgürlüğün varlığı, bu özgürlüğün gerçekleşmesine bağlı bulunmaktadır.

İfade özgürlüğü, “düşünce özgürlüğü” “kanaat özgürlüğü” “açıklama” “konuşma” şeklinde ifade edilmektedir. Bu nitelemelerin her biri, ifade özgürlüğünün bir yönünü yansıtmaktadır. İfade özgürlüğü, bazen düşünce özgürlüğünü tanımlamak için kullanılmaktadır. Ancak “düşünce özgürlüğü”, (ifade özgürlüğüne oranla) daha geniş bir kavram olarak kabul edilmektedir.

Düşünce özgürlüğü, (genel kabule göre) üç unsurdan oluşmaktadır. Bunlardan birincisi, (düşünceyi dile getirme) “ifade özgürlüğü”, ikincisi (belli bir düşünce etrafında) “örgütlenme” özgürlüğü, üçüncüsü ise “düşünceyi yayma” özgürlüğüdür.

Bu üç unsurun bileşimi, düşünce özgürlüğünü meydana getirmektedir. Bu üç unsurdan birinin yokluğu, düşünce özgürlüğünün de mevcut olmadığı anlamına gelmektedir. Öte yandan, düşünce özgürlüğünden söz edilebilmesi için, bu düşüncenin, önce, dışa vurulması/açıklanabilmesi gerekmektedir. Düşüncenin dışa vurumu/açıklanması önündeki engellerin yasalar çıkartılarak ortadan kaldırıldığını varsaysak bile, bir özgürlükten söz edilebilmesi için, bu özgürlüğün “kullanılabilir” olması gerekir. Oysa benim dava konumda hem ifade hem de düşünce özgürlüğümün yasa baskısı ile nasıl engellendiği ve bana nasıl bir ceza uygulamasına geçilerek susturulmaya ve sindirilmeye çalışıldığım apaçık ortadadır. Üstelik benim ülkemde ifade özgürlüğü önünde (sosyal-siyasal-ekonomik-hukuki) çok sayıda engel bulunmaktadır. Tek tip eğitim, medyadaki tekelleşme, farklılıklara ve çok sesliliğe tahammülsüzlük, bilimsel özerkliğin yok edilmesi vs. bu engellerden sadece bir kaçıdır. Ama tüm bunlara karşın ifade özgürlüğünün önündeki en önemli ve en temel sorun, devletin belli bir ideolojiyi resmileştirmesi, yani belli bir ideolojiye sahip olmasıdır. Devletin belli bir ideolojiye sahip olması, devletin tüm vatandaşlarına karşı eşit mesafede durmasını gerektiren tarafsızlığı önündeki en büyük engeldir.

Ben, çok uzun yıllardan bu yana, “muhalif yazar” diye etiketlendirilmiş olarak hep bu engeller altında çalıştım. Farklı düşünmek ve farklı fikirleri öne sürmek serbest fikir akışının sağlandığı, halkın haber ve bilgilere serbestçe ulaşabildiği bir ortamda mümkündür. Oysa antidemokratik rejimlerde halkın haber alma kanalları tek bir çizgide yönlendirildiğinden, sadece belli dogmaların ezberlenmesi söz konusudur. Dolayısıyla halkın haber alma ve bilme hakkının yerini, bu rejimlerde, yönetenin savunduğuna inanma hakkı almıştır. Böyle olunca, fikirlerin hükümet politikalarına şekil vermek ya da onları düzeltmek gibi bir işlevleri yoktur. Esas olarak ifade özgürlüğü, sadece yöneticiler için bir haktır. Toplumun geri kalanı için ifade özgürlüğü, devlete karşı ileri sürülebilecek bir özgürlük değildir. Yalnızca rejimin savunulması ve geliştirilmesi için kullanılabilir. Hiç kuşkusuz ben böyle bir savununun düşünce ve yazın adamı olmadığımdan dolayıdır ki bir çok kez tutuklandım, yargılandım, işkence gördüm. Tüm bunları yayınlanmış kitaplarımda kanıtları ve ayrıntılarıyla anlatmaktan geri kalmadım. Ama ancak, bu tür uygulamalarla susturamadıkları bana karşı seksen yaşıma ulaştığım süreçte bu kez daha başka yaptırımlar içeren davalar açılması ve yasal dayanaktan yoksun hükümlerle yeniden baskı altına alınmam çabaları direnç bardağımı taşıran son damla oldu. Mahkemenize yaptığım başvuru da bu noktada gündeme geldi. (Dava konusu olan kitabımdan başka Ek.7’de sunduğum kitabımdan dolayı da bir başka yargılama yapıldı ve kitabın içermediği bir bölüme atfen olağanüstü yüksek miktarda maddi yaptırım cezası verildi. Bir yazara ekonomik gücünü hayli aşan maddi cezalar verilmesi hem onun ifade özgürlüğünün hem de kamuoyunun bilgilenme hakkının tamamen ve açıkça engellenmesi olarak ortaya çıktı. Böylece yukarıda belirttiğim Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi tarafından 29/04/1982 tarihinde 70. oturumda kabul edilmiş olan İfade ve Bilgi Özgürlüğü Bildirisi’nin tüm ilgili maddelerine alenen muhalefet etmiş oldu ülkemin yargı mercileri.)

Tüm yazın hayatımın kısa bir dökümünü içerecek ve devletin baskısına maruz kaldığım olayların vurgulandığı belge ve kitapları dava dosyamla ilgili tamamlayıcı açıklamalar olarak ekte sunuyorum. Bunlar incelendiğinde, Talat Turhan adının Türkiye’nin yakın siyasal tarihinde -27 Mayıs 1960 devrimiyle açılan sürecinde- neden sıklıkla gündeme geldiği de daha anlaşılır olacaktır. Hem Kurmay Yarbay rütbesinde konulduğum Mamak Askeri Ceza ve Tutukevi günlerinde hem de 12 Mart darbesi ertesinde Sunay-Batur-Gürler kliğinin devrimciği kişiliğimden öç alırcasına ağır işkenceler göreceğim gözaltılar ve Selimiye Askeri Ceza ve Tutukevi'nde alıkonulacağım "Bomba Davası" ve "Sabotaj Davası" gibi uydurma suçlamalar icat ettikleri süreçte. Suçlandığım davalara karşı oluşturduğum 10 klasör ve 5000 sayfalık savunmam ile suçlayıcıları mahkeme sürecinde bizzat kendimin yargıladığım öne çıkacak ve bu savunması, siyasal ve hukuksal açıdan bir savunma klâsiği olarak Türkiye tarihine neden geçtiği kavranılabilecektir. Tüm bu süreçlerin ardından da araştırmacı-yazar olarak kamuoyunun önüne çıkmam üzerine ne tür yepyeni baskılarla karşılaştığım da gözler önüne serilecektir. 1980’lere değin Vatan, Cumhuriyet ve 7 Gün gibi gazetelerde makaleler ve dizi yazılar yazdıktan sonra yayınladığım çok sayıda kitapla kamuoyunu uyarma ve yönlendirme görevini hep onur saydığımı 80. yaşımı kutladığım bugünlerde gururla tekrarlıyorum.



Anasayfa


© 2004, 2005 Talat Turhan.